top of page
Ara
Şebnem Edikli

Sanat alanında türcülüğün izdüşümleri

Şebnem Edikli'nin 25 Ocak 2024 tarihli Yenigün Gazetesi'ndeki köşe yazısıdır.


Bir önceki yazımda hayvan hakları/hayvan özgürleşmesinin mümkün kılınabilme ihtimallerini radikal bir eşitlenme olanağı sunacağını düşündüğüm vegan bir perspektif ile dile getirmeye; insan olan hayvanın insan-olmayan hayvanlara uyguladığı şidddet, tahakküm ve türcülüğün tarihsel süreçteki izlerini sürmeye çalışmıştım. Bu krize bir son vermek adına sanat alanında hayvana uygulanan şiddetin ve ötekileştirici tutumların deşifre edilmesini; izlerini her alanda sürebileceğimiz insanmerkezli anlayışın sanat alanında nasıl sarsılacağına değineceğim. Söz konusu sanat alanı olduğunda sanat ve sanatçıya karşı kolektif bir kabul/onay anlayışı içersindeyiz. Karmaşık bir derinlik yanılgısının içersinde olabilir miyiz? Sanat alanına olan bu körlüğü ve sessizliği bozmanın zamanı gelmedi mi? Burada yapmak istediğim şey sanatın “ne”liği tartışmasının döngüsel çıkmazına girmek değil aksine ne olmaması gerektiğini bazı sanatçılar ve pratikleri ile dile getirmek ve elbette insan-olmayan hayvanın sanat alanında nesneleştirilme olgusunu yıkmaktır.


Sanat ve sanatçının özgür ve özgünlüğü etik çerçevede ele alındığında karşılaşılan manzara; bir yaşamın öznesi, hissedebilen bir canlının, sanat eserlerinde şiddete maruz bırakılması şeklinde karşımıza çıkmaktadır. İnsan-olmayan hayvanların rızası olmadan ve rızası alınamayacağı için sanat uygulamalarında kullanılması, etik açıdan tartışılması gereken bir konuyu gündeme getirmektedir. Sanatın kavramsal ve pratik olarak etikten bağımsız düşünülmemesi gerektiğini ve dolayısıyla sanatçının yaratımlarını etik sınırlılıklar ile oluşturması bir zorunluluktur. Bu doğrultuda sanat ve sanatçının “özgür” ve “özgün” olması gerekliliği ezberinin, sanat alanında hayvana yönelik şiddetin meşru olmasının zeminini hazırladığı söylenebilir.


Tarihsel süreç içerisinde, sanat yapıtlarında hayvan kullanımlarının olduğu fakat 1960 sonrası bazı sanat akımları ve başat isimler ile birlikte, sanat eserlerinin içerisinde hayvana yönelik şiddetin simgeselliği aşarak eylemsel bir şiddete dönüştüğü görülmüştür. Bu krizin izlerini sürdüğümüzde Marchel Duchamp’ın “hazır nesne” kavramı ile karşılmakta, bununla birlikte sanat eserinin ne olduğu tartışması çağdaş sanat uygulamalarında döngüsel bir çıkmaza girmektedir. Marcel Duchamp'ın hazır nesne kavramı sanatın geleneksel sınırlarını sorgulamış ve dönemin sanat anlayışını kökten değiştiren bir akımın temelini oluşturmuştur. Bu kavram, Duchamp’ın sanat eseri olarak kabul ettiği günlük yaşamda kullanılan sıradan nesnelerdir. Hazır nesneler ile birlikte sanatın estetik ve düşünsel boyutları sorgulanmıştır ve  sanatın sıradan nesnelerden oluşabileceğini öne sürmüştür. Bu durumun bir çıktısı olarak insan-olmayan hayvanlar sanat alanında nesne konumuna indirgenmiş ve sanat malzemesi haline dönüştürülmüştür. Sanat alanında karşılaştığımız türcü ve hayvanı nesneleştiren bazı örneklere göz atalım.


Jean Renoir’ın yönetmenliğini yaptığı “The Rules of the Game” filminin 12 dakika süren av sahnesi boyunca tavşan ve kuş gerçek mermi kullanılarak öldürülmüştür. Özellikle sinema alanında bu uygulamaları fazlasıyla görmekteyiz. Çünkü konu insanın varoluşuyla ilgili meseleleri ifade etmekse hiçbir engel yoktur; söz konusu insan olduğunda, sorunları dile getirmek için sanat sınırlar tanımaz.


Güncel sanat paganisti olarak tanınan Hermann Nitsch; performanslarının köklerini pagan kurban/ayin kan akıtma ritüellerine dayandırarak, kabile ayinlerine gönderme yapmış ve modernize edilmiş hallerini hayvanları da işin içine dahil ederek sergilemiştir. Performanslarında kan, sirke, idrarın yanı sıra ölü hayvan bedenlerini de kullanmıştır. Joseph Beuys “Ben Amerikayı seviyorum Amrekika beni” adlı performansında “insanın doğadan koparılma olgusunu” “doğadan kopardığı bir kır kurdu” ile bir odada kalarak performe etmiştir. Beuys bu perofmansta gözle görülür bir tutarsızlık ile karşımıza çıkmaktadır. Maurızıo Cattelan, atları öldürmüş, tahnit/taksidermi yöntemi kullanıldıktan sonra atların ölü bedenleri müzelerde ve sanat galerilerinde izlerkitle ile buluşturmak üzere sergilenmiştir. Guillermo Vargas Jiménez, “eres lo gue lees” adlı performansında barınaktan yuvaladığı bir sokak köpeğini aç ve susuz bırakarak öldürmüştür. Köpeğin yaşam hakkının engellendiği bu sürecin kendisi bir sanat yapıtı olarak değerlendirilmektedir. Wim Delvoye, mezbada öldürülmek üzere üretilen yavru domuzları satın almış, domuzlar canlı iken üzerlerine dövme yapmış ve domuzlar belli bir erişkinliğe ulaştığında ise müzede sergilenmek üzere öldürülmüş ve içleri doldurularak sergilenmiştir. Tania Bruguera ve Ana Mendieta yaşadıkları duygulanımları dışavurmak adına tavuk ve kuzu bedenlerini kullanır, parçalanmış hayvan bedenleri ile bir performans gerçekleştirirler.


Damien HIRST, performanslarında ölü hayvanları kullanmasıyla bilinir. Fotoğrafta yer alan yapıtı 1991 yılında sergilenen bir köpek balığıdır. Size biraz süreçten bahsetmek isterim. Sanatçımız bir köpek balığı satın alır, müze ve sanat galerilerinde sergilenmek üzere köpekbalığı öldürülür, formaldehit sıvısında muhafaza edilerek izlerkitle ile buluşur. Elbette bazı müze küratörleri ve sanatseverler esere bayılır (çünkü o bir köpek balığıdır) ve sanatçıdan daha fazla eser üretmesi istenir. Sonrasında Hirst bir köpek balığı avcısı ile anlaşır ve hala bu işleri üretmeye devam etmektedir. Hirst’ün başka bir yapıtında ise 9000 kelebek öldürülmüştür. Hirst’ün sanat uygulamalarında hayvanları kullanmasına gelen bazı eleştiriler doğrultusunda Hirst, insanın ikiyüzlülüğünü kalkan edinerek kendisini savunur. Hayvanları sanatı ile ölümsüzleştirdiğini dile getirerek, onları yerken, bu eleştirilerin haksız olduğu fikri ile eylemlerini meşrulaştırır. Bu eleştiriler ve sanatçının savunması akıllara sanatın istismar edildiği fikirlerini getirebilir ancak buradaki asıl istismar hayvana yapılandır.


Yukarıda ismi geçen sanatçılar, sanat uygulamalarında hayvanı nesneleştiren ve sanatın özgür ve özgün olma niteliğini hayvana uyguladığı şiddetten tatmin eden sanatçılardan yalnızca birkaçıdır. Sanat ve etik kavramlarının birbiriyle sıkı bir ilişki içerisinde olması ve bu meselenin bir zorunluluk arz etmesi gerektirdiğini ismi geçen sanatçıların işlerine bakarak biraz daha anlaşılır kılabiliriz.


Bir suje ya da izlerkitle fertleri olarak estetik deneyimlerimizden sorumlu olabileceğimiz ve sanat-sanatçı-izlerkitle üçgeninde üzerimize düşen sorumlukları sorgulamak adına nasıl bir olgunun ve deneyimin parçası olduğumuzun farkında olmak bu sitemin değişmesi ve dönüşmesinde önemli bir faktördür. Yukarıda bahsi geçen yapıtlar sergilenirken, milyon dolarlara satılırken izlerkitle ne yapıyordu ve ne yapmalı soruları akıllara gelmelidir.

Sanat alanında hayvanlar artık bir tasarım nesnesi değil özne olarak düşünülmesi gereken bir pozisyona yerleştirilmelidir. Sanat alanında karşılaştığımız türcülüğe daha yakından bakabilmek adına “duymamaya/görmemeye” karşı derinlemesine bir konsantrasyonla makro düzeyde bir duyumsamaya ihtiyaç vardır. Sanatçılar için estetik bir direniş zorunluluktur. Sanatçılar sanatlarını dar bir izlerkitleye değil çoğalarak ve genişleyerek hem teorik hem de pratik olarak kompoze etmelidir. Sanatçı ve eseri arasında tutarlılık bir zorunluluk haline gelmelidir. Sanat alanında teori ve pratiğin zorunluluğu düşünüldüğünde kamusal alanda tutarsızlığın şiddet döngüsünü kırmak adına karşılaşılan bir engel olarak karşımıza çıktığı düşünülmektedir. Sanatta “çoktürlülük” anlayışı etik açıdan benimsenmelidir.

24 görüntüleme

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page